Friedrich W. Nietzsche, Türkiye’de pek de bilinmeyen, erken dönem makalelerinden birinde, “Söz nedir?” sorusuna şöyle bir cümleyle yanıt verir: Söz, bir sinir uyarısının ses olarak ifadesidir”. Bu cümleden yola çıkarak sözün, bir uyarıcı olduğunu kabul edebiliriz ve insanoğlu üzerindeki en etkili güçlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Buna bağlı olarak da, sözün kayda geçmiş, vücut bulmuş hali olan yazı, ondan çok daha kalıcı ve çok daha etkileyici olmaktadır.

“İnsan aklının var olmadığı sonsuz zamanlar vardı ve insan aklı denilen şey yok olduğunda da hiçbir şey olmuş olmayacak” der Nietzsche aynı makalesinde. Var olduğu günden beri kainatın kendi ekseni etrafında döndüğünü ve tüm bu düzeni idare ettiğini düşünen insanoğlu, ilk olarak doğadan üstün olduğu yanılgısına düşer ve doğa bunun öcünü acı bir şekilde alır ve almaktadır. Üstünlük kurma dürtüsünden beslenen ve doğanın karşısındaki acizliğini hazmedemeyen insan, oklarını bu defa kendi türüne çevirir. Bir yandan yaratıcı kimliğine soyunur; sanat ve edebiyatla sayısız alemler yaratabildiğini ispat etmeye çalışır, bir yandan da korkak, hazımsız ve baskıcı sistemi canlı tutmaya çalışarak, sürekli kendi yazdıklarını yasaklar.

Tarihteki ilk kitap kıyımları M.Ö. 259 yılına kadar dayanır. Yani insanoğlu, yaklaşık 2400 yıldır inatla yazmaktadır. Çürümüş, baskıcı ve yasakçı zihniyetin karşısında durmanın en etkili yolu, daha çok yazmaktır…

Tarih boyunca sayısız sanat eseri, bu yasakçı zihniyet yüzünden yok edilmiş, itibarsızlaştırılmış, boşu boşuna hırpalanmış ve bazıları, zaman içinde bile hak ettiği değere ulaşamamıştır. İşte bunlardan birkaçı:

Pinokyo’nun erkekliği

2002 yılında yayınlanan TRAVESTİ PİNOKYO’da, metafor olarak Pinokyo‘nun seçilmesinde, onun kukla kimliğinin ve yazgısının yaratıcısının ellerinde ve keyfiyetinde olmasının etkisi büyüktür. Ancak, kitabı bu şekilde okuyamayan günün yasakçı yönetimi, “Pinokyo’nun cinsel kimliğine ve haysiyetine gölge düşürdüğü gerekçesiyle, Gepetto dededen ve toplumdan önce kuklanın erkekliğine sahip çıkar. Bu tarz bağnaz ve homofobik yaklaşımlarla, özgürce yazan kesime gözdağı verilmek istenmiş, yaratıcı kitlenin pes edip, yok olması beklenmiştir. Neyse ki, bazı edebiyat bilirkişilerinin raporuyla, kitabın edebi değeri tescillenmiş, Pinokyo’nun cinsel kimliğine ve itibarına zarar vermeyeceği kesinleşmiş ve şükür ki kuklanın erkekliği, dedesine teslim edilmiştir.

Seni tanıyamamışlar Zezeeee…

Buna benzer bir yargılama süreci de, hepimizin çocukluğundaki hayali arkadaşı olan Zeze‘nin başına gelmiştir. Brezilyalı yazar Vasconcelos’un, 20 yıl yüreğinde taşıyıp, 12 günde yazdığı ŞEKER PORTAKALI, ülkemizde basıldıktan kısa bir süre sonra, “100 temel eser” arasındaki yerini alır. Ancak, sadece bir velinin şikayeti üzerine eser, inceleme altına alınır ve “Zeze’nin, müstehcen bir karakter olduğu, çocuklarımızı olumsuz etkilediği, örf ve adetlerimize uymadığı gerekçesiyle”, bir

gecede yasaklanır.

Oysa Zeze, onların anladığı şekliyle “müstehcen” bir karakter değil, aksine; boyamadığı ayakkabıya ödenen parayı almayacak kadar dürüst, azıcık yiyeceğini aç arkadaşına verecek kadar paylaşımcı, onurlu ve gururlu bir çocuktur.

Asıl yasaklanan şey de budur aslında. Paylaşmak, fedakarlıkta bulunmak, hak etmediği şeyi almamak kadar çocuğa zarar verecek daha kötü bir şey yoktur onlara göre. Çocuk bencil olmalı, yalnızca kendini düşünmeli, hak etmediğini bile alacak kadar gözü açık olmalı, bir şekilde yolunu bulmalı, işini görmelidir anlaşılan.

Alice alegoriler diyarında…

Alice Harikalar diyarında, Lewis Carroll takma adıyla 1865 yılında, Charles Lutwigde Dodgson tarafından kaleme alınmıştır. Yazarın, eğitimci olarak çalıştığı üniversitedeki dekanın kızına anlattığı öyküden esinlenilerek yazdığı eser, dünyanın en önemli çocuk klasiklerinden kabul edilse de, kimi eleştirmenlere göre fantezi roman, oyun ya da epik şiir olarak da değerlendirilir.

Eser, baş kahramanı Alice’nin tuhaf görünümlü bir tavşanın peşi sıra atladığı delikten, korkunç Kupa Kraliçesinin yönettiği Harikalar Diyarına ulaşmasıyla başlar. Daha sonra Alice, bu alemdeki çeşitli meyvelerden yiyerek bazen normalden küçük, bazen de büyük formda bu büyülü dünyada gezintiye başlar.

Bu küçülüp, büyüyen karakterin astral seyahatleri, insanoğlunun hayal gücünde öyle bir yere oturur ki; bazı etken maddeler sayesinde kendisini normalden küçük ya da büyük hissetme şeklinde belirti gösteren bir semptom geliştirilir. ALICE HARİKALAR DİYARINDA SEMPTOMU :))

Şimdi sizler, kitabın bu semptom ve insanlığa kötü örnek oluşundan dolayı yasaklandığını düşüneceksiniz; ama değil…

Kitap, hayvanlara haddinden fazla insan özellikleri, zeka, güç ve itibar kazandırdığı, bunun da insanlığa hakaret sayılacağı ve ileride çocukların hayvanlara, insanlarla eşit düzeyde yaklaşacağı gerekçesiyle 1931 yılında yasaklanır. Bilin bakalım hangi ülkede?

Her tür hayvanın, yemek olarak kabul edildiği Çin’de…

Şehrazat (+18)

Hayatta kalabilmek uğruna, Şah Şehriyar’a, 1001 gece boyunca türlü türlü masallar anlatmak zorunda kalır Şehrazat. Hayatı boyunca bastırılan, susturulan, hatta hiç konuşturulmayan ya da konuştuğu için öldürülen nice kadınlar gibi… Adeta masallardan yeni bir dünya yaratır kendine. Kelimelerden köprüler kurar, harflerden saraylar. Dili vardığınca ömrüne ömür katacaktır anlattığı masallarla. Elbette bu hayal gücü, cezasız kalmayacaktır ve bu hazine, bir çok ülkede “toplum ahlakını bozmakla” suçlanır. Hem de, İslam ülkeleri bu işin başını çeker. Onlara göre kitap, ürkütücü derecede cinsellik, ahlaksızlık ve sefahate davet içermektedir.

İşin ilginci kitap, 1926-1950 yılları arasında, aynı gerekçelerle Amerika’da da yasaklanır. Bir bulaşıcı hastalık gibi yayılan yasaklar, 1985 yılında nihayet İsrail’e de sıçrar.

Bu zihniyet, bir kitabı yasaklayarak, toplum ahlakını kurtardığını zannederek rahatça uyurken; Tolstoy, Goethe ve Marquez gibi dünya edebiyatçılarının “1001 Gece Masalları olmasaydı, hikayeye ulaşamazdık” dedikleri düşünülürse, geleceği ne gibi bir değerden mahrum bıraktığının farkında değildir.

Peki ya şu Bovarizm’i ne yapsak da saklasak…

Psikoloji literatürüne girmiş kahramanlarımızdan biri de Madame Bovary’dir. Roman, okuyanlar üzerinde öyle bir etkiye sebep olmuştur ki, “Bovarizm” akımı doğmuştur. Aynı adla anılan hastalığın belirtileri, şiddetli tatminsizlik ve hayattan memnuniyetsizliktir.

Flaubert’in romanı 1857 yılında basılır ve kısa sürede büyük yankılar uyandırır. Bu yankıların Flaubert’e ulaşması uzun sürmez ve ahlaka aykırı, evlilik kurumunu zedeleyici, eş aldatmayı yüceltici ve özendirici bulunarak uzun süre yargılanır.

Dönemin sözü geçen savcılarından Pinard’in ısrarlarına rağmen, yazar ve kitap, güç bela aklanmayı başarır.

İktidardakiler zaman zaman, yaratıcı kalemlerin hayal alemlerinde, kahramanlarında ya da antikahramanlarında kendi yansımasını görür ve bundan rahatsız olur. İşte o zaman yasak kuyusunun kapağı açılır ve ipi çekilir…

Ne yazık ki, ülkemizde ve dünyada, bu konuda sayısız örneklere rastlamamız mümkün. Farklı dönemlerde, farklı otoritelerce KARINCA DUASI’ndan tutun da, BİENAL KATALOĞU’na bir çok basılı çalışma, bu baskıcı tutumdan dolayı yasaklanmıştır.

ve bu süreçten anlaşıldığına göre dünyadaki tek hürriyet, yasaklama hürriyetidir…

Bahar YAKA

Kaynak : – NIETZSCHE VE DİL “Erken Dönem İki Makale ve Yorumları” – A. ONUR AKTAŞ

– 100 YASAKLI KİTAP – BİROL AKTAŞ

2 Yorum. Yeni Yorum

  • Arkadaşım, yine harika detaylarla bizi hem bilgilendirdin hemde çok düşündürdün. Kalemine, yüreğine sağlık.

    Cevapla
  • Esra Karaca- Ciddigazete.com yazarı
    Kasım 26, 2020 12:24 am

    Yasakların edebiyat üzerine yapılması üzücü bir gerçek. Dünyanın baskıcı ve bilgiden korkan zihniyeti kitapları tekeline alarak bilgi zenginliğini fakirleştirmeyi hedef bildi. Bilgi derinliği olan ve zihinleri düşündüren bir makale olmuş. Kaleminize sağlık. Var olunuz.

    Cevapla

Esra Karaca- Ciddigazete.com yazarı için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi girin.
You need to agree with the terms to proceed

Menü