Hazin Bir Cenaze Töreni / Köln 1995

Küçük kasabada hüzünlü bir öğleden sonraydı. Kalabalık, rahip Thomas Andre’nin sevgili eşinin cenaze töreni için kilisede bir araya gelmişti. Hanımefendinin ne kadar nazik biri, harika bir Hristiyan olduğunu, onu çok özleyeceklerini ifade eden taziye mesajlarını, biraz sonra canından çok sevdiği eşi için duygusal bir konuşma yapacak olan Peder Andre’ye iletiyorlardı. Öte yandan yaşlı rahibin yüzündeki gergin ve sinirli ifade, kimsenin gözünden kaçmamıştı. Ayrıca çiftin oğulları da orada değillerdi. Oysaki bir hayli dindar olan iki adam, her fırsatta kiliseye gelirlerdi.

Kilisenin çanları hüzünlü hüzünlü çaldı. Kalabalık içeri girip sessizce sıralara oturdu. Rahip Andre kürsüye çıktı, sıradan bir Pazar ayini gibi birkaç dua okuduktan sonra ifadesiz bir sesle, tanrının ölmüş kişiyi kutsamasını ve onun tüm günahlarını affetmesini diledi. Hiç de beklendiği gibi aşk dolu bir konuşma yapmadan kürsüden inip kırmızı kadife perdeli kapıdan geçip kayboldu. Bayan Andre sessiz sedasız toprağa verildi.

Savaşın Ortasında İki Çocuk / Leningrad

Düşen bombalar, kulakları sağır edercesine korkunç bir gürültüyle patlıyor; isabet ettiği binalarda yaşayanlar ne olduğunu bile anlayamadan tonlarca ağırlığın altında ezilerek ya da çıkan yangınlarda korkunç şekilde yanarak can veriyorlardı. Öte yandan ölmek için bir bombanın üzerinize düşmesi de gerekmiyordu. Açlık, soğuk zaten her gün bir sürü can alıyordu. Yaşananlar, birkaç aylık bebek yaştaki kardeşiyle bu cehennemin ortasında yapayalnız kalmış on üç yaşında bir kız için gerçek olamayacak kadar korkunçtu.

Esther, Isaac olmasa şimdiye kadar çoktan yaşam mücadelesinden vaz geçer kendini ölümün soğuk kollarına bırakırdı. Bir parçacık ekmek ve süt için kapısında saatlerce beklediği sosyal yardım kurumunun bahçesinde, kısa bir süre hareketsiz kalması, dondurucu havada tatlı bir uykuyla gelen ölümle onu buluştururdu nasıl olsa. Ama kardeşinin ona ihtiyacı vardı. Babaları daha küçük oğlan doğmadan askere alınmıştı ve anneleri karlı bir ocak ayında kardeşini doğurmuştu. Ona hiç gelmeyeceğini tahmin ettiği babasının ismini vermişti. Isaac…

Zaten zayıf bir bünyesi olan genç anne açlık ve soğukla çok fazla mücadele edememiş, bebeği doğduktan iki ay sonra donarak ölmüştü. Esther kardeşinin canhıraş ağlamalarıyla uyanmıştı o uğursuz günde. Her zaman onun çığlıklarına annesinin tatlı sesiyle söylediği acıklı bir halk ezgisi eşlik ederdi. Ama bu sabah Isaac’in haykırışlarından başka hiçbir ses yoktu. Savaş başlayalı henüz birkaç ay olmuştu ama küçük kız bu sessizliklerin ne anlama geldiğini öğrenmişti. Kıvrılıp uyuduğu yerden kalktı; kardeşinin sesine doğru yöneldi. Annesinin yüzü morarmış, başı kolları yanına düşmüş, gözleri kapalı sanki rahat bir uykudaymış gibi görünüyordu. Bebek ise kucağından yuvarlanmış, yüz üstü soğuk yerde yatıyordu. Esther kardeşini kucağına aldı; buz gibi olmuş küçük kafasını kendine doğru bastırdı. Anneleri de gitmişti ve artık ikisi bu cehennemin ortasında yalnızdılar.

Savaşın Son Günleri / Leningrad

Henüz kendi çocuk olan Esther kuşatma yılları boyunca küçük Isaac’a bir anne gibi baktı. Fırsat buldukça evde bulduğu bir yemek defterinin arkasına aslında hiçbir zaman hatırlamak istemeyeceği savaşın korkunçluklarını yazıyordu. Bazen de uzun kış gecelerinde kardeşini oyalamak için onun hiç görmediği babasının ne kadar cesur bir asker olduğunu, hiç hatırlamadığı annesinin ise harika sesli bir balerin olduğunu anlatıyordu. Leningrad’ın kışlarında hayatta kalabilmek ne kadar imkansız da olsa ikisi zoru başardılar. Artık bahar gelmiş havalar ısınmaya başlamıştı. Ayrıca Almanlar da artık pek çok cephede kaybetmeye geri çekilmeye başlamışlardı. Pek yakında savaşın biteceği konuşuluyordu. O gün, haftalık yiyeceklerini almak için sosyal yardım kurumuna birlikte gittiler. Isaac hiç görmediği babasına hayrandı. Sokakta gördüğü askerlerin peşinden koşup ablasına parmağı ile göstererek; “Bu adam babama benziyor mu?” diye soruyordu. Genç kız sıra kendisine gelince kardeşine uslu durmasını tembihleyerek içeri girdi. Kişi başına günlük 200 gram ekmek biraz da süt almayı beklerken biraz domuz jambonu ile birlikte bir kavanoz da fıstık ezmesi alabilmişti. Müjdeli haberi kardeşine vermek için koşarak merdivenlerden indi. Ufaklık ortalıklarda yoktu. Etraftakilere sarışın kıvırcık saçlı dört yaşlarında mavi kazaklı bir erkek çocuk görüp görmediklerini sordu. Kimse bir şey bilmiyordu. Sağa sola koşup boş yere akşama kadar kardeşine seslendi. Küçük çocuğun en son tren istasyonu civarında görüldüğünü ve kısa bir süre sonra da trenin hareket ettiğini öğrendi.

 

Yeni Başlangıçlar / Varşova

O trenden o trene Varşova’ya kadar kardeşinin izini sürdü. Ama buradan sonra izler kesiliyordu. Dilini bilmediği hiç tanımadığı yerlerdeydi. Ülkesine dönecek parası da yoktu. Bütün bu kabusun içinde tesadüfen tanıştığı genç bir Alman rahip ona yardım ediyordu. Bu adam ona yiyecek bir şeyler veriyor; biraz Rusça bildiği için kardeşini ararken kurumlara gittiklerinde tercümanlık yapıyordu.

Esther, Hıristiyan din adamına, kendi kimliğinden hiç bahsetmemişti. Neyse ki dindar komşuları sayesinde onların ritüelleri hakkında bir hayli bilgisi vardı. Kendisini Moskova’da yaşayan Katia olarak tanıttı.

Genç rahip Andre, Katia’ya kendisiyle birlikte Almanya’ya gelmesini teklif etti. Kız henüz 17 yaşındaydı ve ülkesine dönebilmek için bin kilometreden fazla yol yapması gerekiyordu. Bu genç adam da kendisine çok nazik davranıyordu. Her ne kadar ülkesinin üzerine bombalar yağdıran, tüm ailesini yok eden, Almanlarla aynı ırktan geliyordu. Üstelik Hıristiyan bir din adamıydı. Ama kız o kadar çok korkmuş, o kadar çok acı çekmişti ki şu an dayanabileceği tek omuz bu genç Alman din adamınınkiydi ve onun teklifini istemeyerek de olsa kabul etti.

Bir Ay Sonra Öleceğinizi Bilseniz Ne Yapardınız? / Köln

Katia’nın vücudundaki ağrılar dayanılmaz hale gelmişti. Bu hastalık onu günden güne eritip bitiriyordu. Artık çok fazla zamanı kalmadığını biliyordu. Kocasının kiliseye gitmek üzere evden çıkmasını bekledi. Neredeyse yarım yüzyıl önce gri bez bir çantanın içinde Leningrad’dan getirdiği ve tüm bu süre içinde herkesten sakladığı aslında annesinin yemek defteri olan günlüğünü ortaya çıkardı. Birkaç sararmış resim kucağına düştü. Annesinin, Kuğu Gölü balesinde beyaz kuğuyu canlandırdığı temsilden bir fotoğraf… Kostümü, makyajı ışıl ışıl gülüşü muhteşem görünüyordu… Babası asker üniformaları içinde nasıl da yakışıklı ve güçlüydü… Bir de üçünün birlikte olduğu beşinci yaş gününde çekilmiş fotoğraf. Beyaz dantelli elbisesini hala hatırlıyordu. Isınmak için şöminede yaktıkları kitaplar, eşyalar kıyafetlerle birlikte o da kül olmuştu. Kardeşini düşündü içi sızlayarak. Küçük Isaac… Onu anmadığı bir tek gün olmamıştı. Ne zaman sarışın kıvırcık saçlı mavi gözlü bir adam görse yüzüne dikkatlice bakar, kardeşinden bir iz arardı. Çocuğun bir tek fotoğrafı bile olmamıştı.

Ve şimdi… Geçmişi ve gerçekleri su yüzüne çıkarmanın zamanıydı. Baştan sona bütün sayfaları gözyaşları içinde okudu. Gerçi bunları hiçbir zaman unutmamıştı. Hayatı boyunca ‘ya yine savaş çıkarsa’ diye endişeyle yaşamış ve gerçek Musevi kimliğini açıklamaya asla cesaret edememişti.

Şimdi hastalığı son evreye girmişti. Doktoru artık tedavi olarak yapacak hiçbir şeyin kalmadığını üzülerek itiraf etmiş, bundan sonra ancak ağrılarını azaltmanın yolunu arayacaklarını söylemişti. Bu haberin ardından yaşlı kadın günlüklerini sakladığı yerden çıkarmış ve elli yıl sonra kaldığı yerden yazmaya devam ediyordu. Almanca olarak “Ben Katia Andre” diye başlamıştı bu sefer yazmaya. Kocasını sevdiğini ama içten içe ona karşı duyduğu büyük öfke ve korkuyu itiraf ediyordu ve çocuklarını bu kadar dindar ve milliyetçi yetiştirdiği için ona kızgınlığını…

Artık kelimeler kaleminden akıp gidiyordu. Yıllar içinde biriktirdiği her şeyi sayfalara döktü. “Ben gittikten sonra lütfen benden, Esther’den nefret etmeyin” diye bitirdi ve defteri yastığının altına sakladı. Hem yazdıklarının bir an önce bulunmasını okunmasını istiyor, bir o kadar da ailesinin tüm gerçekleri öğrenmesinden korkuyordu.

Veda / Köln

Bütün gün Isaac diye sayıkladı. Ağrılarını dindirmek için verilen ilaçlar bilincini iyice bulandırıyor, ne söylediğini bilmiyordu. Söylediği Yahudi isimleri başucunda üzüntüyle bekleyen iki oğlu ve kocası üzerinde tuhaf bir his oluşturdu. “Hayatım kim onlar?” diye sordu peder Andre merakla. Sonra odadakilerin anlamadığı dilde bir şeyler söyledi. İki oğlan birbirlerine baktılar. Anneleri İbranice konuşuyor olamazdı her halde. O gece sabaha karşı Katia son nefesini verdi. Tıpkı annesi gibi yüzünde huzurlu bir ifade vardı.

Peder Andre yatağın yanında diz çökmüş aslında bekledikleri bu ayrılık için göz yaşı dökerken yastık kılıfının içinden görünen siyah defteri fark etti. Rusça yazılmış yazıları okumaya başladı. Küçük bir kızın günlüğüydü. Son sayfalara geldi hızla… Daha taze yazılardı ve Almanca’ydı. Karısının son günlerinde yazdığı itirafları okudukça renkten renge giriyordu. Bunları asla oğulları görmemeliydi. Onlar annelerine karşı kendisi kadar anlayışlı olamayabilirlerdi.

Herbert, babasının elindeki defteri sertçe çekip aldı. Yer yer mürekkebi dağılmış Rusça yazılardan hiçbir şey anlamadılar tabi. Yaşlı rahip son sayfalara kadar gitmesinler diye dua etti içinden. Ama oğlu sayfaları hızla çevirdi ve birkaç gün önce yazılmış bölümlere geldi. Kardeşi de yanındaydı. Günlüğü öfkeyle karşı duvara fırlattı. Bir saat önce hayata gözlerini yummuş anneleri hakkında ağıza alınmayacak hakaretler ediyorlardı. Yaşlı peder onları sakinleştirmeye çalışsa da bu sırrı kendisine de söylemediği için karısına o da kızgındı.

Sabaha karşı üçü de günlüğün son sayfalarının tamamını okumuşlardı. Yarım yüzyıldır eski bir dolabın gün yüzü görmemiş gizli bir köşesinde saklanan günlük, şöminenin harlı ateşinde alev alev yakıldı. Baba ve oğulları, utanç verici bu durumdan kimseye söz etmemeye karar verdiler. Kasabanın saygın rahibinin sevgili eşi Bayan Katia Andre’nin cenaze töreni, Hıristiyan dini inançları gereğince yapıldı.

 

Aynil YÜKSEL

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi girin.
You need to agree with the terms to proceed

Menü