Ey karantina, belki de hayat boyu sakladığımız ya da ertelemek zorunda kaldığımız bir sürü şeyin gün ışığına çıkmasını sağladın. İlk romanımın ilk satırlarını işte bu karantina günlerinde yazmaya başladım mesela…

Pandemide iki ay geride kalmıştı. Artık Kovid-19 virüsünün, vücudumuza girdiğinde nasıl bir etki yaptığını, ellerimizi nasıl yıkamamız gerektiğini öğrenmiş; Sağlık Bakanlığı tarafından, her akşam yayınlanan rakamları merakla takip etmekten ve tüm gün internetten korona haberleri okumaktan biraz sıkılmıştık.
Hepimiz ekmeğimizi, yoğurdumuzu itinayla evde kendimiz yapıyor; mutfaktaki marifetlerimizi sosyal medyaya koyarak ele güne hava atıyorduk. Aynı zamanda günlerim, home office çalışmalarıyla da yoğun bir biçimde geçmekteydi.

Karantinanın 62. gününde, klinik işlerimi bitirdikten sonra saat 16:00 civarında mail kutumu kapattım; bilgisayarımda bir Word dosyası açtım. Birkaç saniye beyaz ekrana baktıktan sonra klavyede ilk harfleri tuşladım: Begonvil Sokak…

Ne konu düşünmüştüm; ne de herhangi bir kurgu yapmıştım, spontan başladım yazmaya… Aylardır evde kapalı kalmaktan olsa gerek, küçük bir Ege kasabasında, fuşya renkli muhteşem çiçekleri olan bir begonvilin süslediği şirin bir kafeyi tanımlayarak başladım. Galiba bu, benim emeklilik yıllarım için kurduğum bir hayalden alıntıydı. Bahçede sardunyalar, her masada seramik saksılar içinde mis kokulu fesleğenler falan…

Yeni tanıştığınız biriyle biraz mesafeli olursunuz ya işte onun gibi biraz ürkek başladı ilk sayfalar; yazdıkça mekanlar değişti, karakterlerin isimleri bile farklılaştı… Sonra öyle bir açıldı ki kelimeler, serin bir suya daldırdığınız parmaklarınızdan serbestçe aşağı dökülen sular gibi akmaya başladı.
Genellikle eğlendirici bir üslupla anlatmaya çalıştım olayları. Çok uzun olmayan çevre tasvirleri ve ruh hali analizleri ile okuyucuyu yani sizleri kitabın içine çekmeye çalıştım. Sonra biraz aşk ekledim, ama romantik komedi tadında. Elbette hayat sadece güzel duygulardan ve eğlenceden ibaret değil, zaman zaman dramatik trajik anlar oldu. Ajitasyona kaçmadan gözyaşı da ekledim mesela.
Yıllardır okuduğum sayısız polisiye gerilim romanından etkilendim elbet. İşte bu motiflerle tamamen kadınlara yönelik bir roman olmaktan çıkarmaya çalıştım. Umarım endişeyi ve korkuyu vurgulamaya çalıştığım olaylarda istediğim duyguyu verebilmişimdir.

Tolstoy Bisikleti
Bu kavramı bilir misiniz? Tolstoy 70 yaşına kadar hiç bisiklete binmemiştir. Sonra bir yakınının kendisine armağan ettiği bisiklet, hayatındaki en büyük tutkusu olmuştur. Bu hadise felsefeye “Tolstoy bisikleti” metaforu olarak yerleşmiştir, hayatta hiçbir şey için geç olmadığını vurgulamak için…
İşte kim bilir piyano çalmayı öğrenmek ya da ilk romanınızı yazmak için 50 yaş hiç de geç bir zaman değildir. Nisan Yağmuru isimli ilk romanımı, 50. yaşımda yazıyorum ve keyifle okumanızı diliyorum…

 

Aynil ONUR YÜKSEL

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi girin.
You need to agree with the terms to proceed

Menü