İstanbul’un farklı güzergahlarından otuz kişilik gezi otobüsüne binerek, İzmit ve İznik’i
geride bırakıp nihayet kanyona giden yolun üzerinde start verilecek alana ulaştık.Göz teması
olacak şekilde sıralanıp tanışma faslına geçtik..Aramızda diğer yürüyüş gruplarından
aşina olduklarımızın dışında yabancı yüzler de vardı.

Dikkat çekici olan gelenlerin büyük çoğunluğunun emekli ve boşanmış olmaları…İlginç olan da tek gördükleri bayanlara evli ya da
boşanmış ama çocuklu seçeneklerinden yola çıkarak direkt kaç çocuk var diye sormaları ilk
tanışmada…Ben de onlara henüz erkek yüzlüğü elime değmedi diyorum ciddiyetle!…

Bu durumda açıklamamı doğru anlayanlar…Evlilik genel kanı olduğu için yanılanlar…Mimiklerbirbirine karışıyor… Tebessüm ediyorum…Tanışmalar devam ediyor Nereli olduğumuz ile ilgili kısma gelince konu…Birkaç kişinin hemşehrim diye birbirlerine yakın hissetmeleri ve sevinmeleri…Birilerinin köküm orada, gövdem başka yerde melezim diye
övünmeleri…Doğduğu yer ile doyduğu yer fikrini çarpıştırıp, hiçbir yere ait olmadıkları ile
avunmaları…Görünen o ki farklı renk ve desenlerle mozaik oluşturuyoruz.

Tanışma faslımızdan sonra son hazırlıklarımızı tamamlıyoruz.Azınlık dediğimiz birkaç kişi
serbest dolaşıma çıkmış gibi kendi bedeni dışında hiçbir şey taşımıyor.Ben dahil birçoğumuz
içinde temel ihtiyaç içeren sırt çantası, baton taşıyarak olası risklere karşı tedbiri eldenbırakmıyoruz.Daha önceki kanyon yürüyüşlerinde; fazla ağır çantanın denge bozduğunu,batonun denge sağladığını, cep telefonu taşımanın gereksizliğini kötü tecrübelerle gördüm.Diz altında olan su seviyesinin; bir adımda beli geçerek , belde çanta içindeki cep telefonunu bozduğunu birebir yaşayarak deneyimledim.

 

Meyva ağaçlarıyla çevrili sağlı sollu toprak yoldan; bazen yan yana kimi zaman tek sıra
halinde ilerliyoruz. Yürüyüş grubundakilerin cep wikiloc rota uygulaması kaç kilometre
yapacağımızı gösterse de bir araya gelen bunca insanın asıl hedefleri kendilerine doğru
yürüyerek, yüzleşmek, kendi sorunlarının çözümüne doğru yol almak…Bu uzun soluklu
yolculuğun sonunda asıl dinlenmeleri; ağır sırt çantalarını bırakmaları ile değil, beyinlerindeki
yüklerini boşalttıklarında gerçekleşecek…Zira tüm duygularla hissedilen doğanın sesi,binbir
kokunun esintisini getiren nefesi, ruhu bir terapiye gelinmiş gibi hafifletiyor…


Toprak yolun sonunda kanyonun buz gibi soğuk sularına adım atıyoruz.Girişte büyük kaya
parçasına oturmuş hamile kadın birçoğumuzda şaşkınlık yaratıyor.Nasıl olur da düşme riski
yüksek, kırmızı alarm içeren böyle bir yerde hamile bir kadın olabilir…Ancak çocuğunu
düşürmek isteyenlerin geleceği bir yer diye aklımdan geçiriyorum endişeyle…
Vücudumuzda çalışmadık kas bırakmayan, akrobatik hareketlerle irili-ufaklı, yosunlu kaya
parçalarını aşarak, üç saatin sonunda yüzme ve yemek molası için dere şelalesinin etrafına
yayılıyoruz.Küçük gruplar halinde atıştırmalıklarını yiyen ve konuşmalar yapan katılımcıların
sesleri uğultular halinde birbirine karışıyor.Nasıl böyle dinç kaldığı soruluyor en yaşlısına…
“ Ben diyor, yarın ölecekmiş gibi yaşıyor ve planlamıyorum hiçbirşeyi, ayrıca insan vücudu
hareket etmeye programlanmış, en iyi bildiğim şey yürümek ve şu anda da buradayım.”
Biraltmışbeş boylarında, yetmişyedi yaşında, çevik vücutlu bu yaşlı delikanlı ruh ve bedeniyle
sağlıklı kalmanın formülünü çözmüş gözüküyor…

Bir başka sohbetle ağırlanıyoruz…Ellili yaşlarda olduğu anlaşılan sarışın bayan geçiştirmeli
yüzeysel konuşmasında dert küpü olduğunu, durumunu paylaşmak istemediğini söylüyor.Anlaşılan o ki ketum bayan küpünü burada kırıp, dertlerini salıvermeyi umuyor,kanyonda yankılanmayan sessiz çığlığıyla…

Yürüyüş sorumlusu geride kalanlara destek olmak için yavaşlayınca, grubun diğer yarısı
olan bizler hızımızı kesmeyip akıntılı sularda yürüyüşümüze devam ettik.Arkada kalan grup
nasıl olsa aynı yoldan gelecek deyip kanyon bitiminde tek seçenek olarak gördüğümüz
önümüze çıkan doksan derecelik dik bir açı gibi görünen yamacı çıkmaya başladık.Sürüden
ayrılanı kurt mu kapar? Yoksa mecburiyetten keçiye, kurda mı dönüşür muamma… Dağ
keçilerinin mineral ve tuzları yalamak ya da yemek için toynakları ile çıktıkları bu yerde bizler
yer çekimine meydan okuyarak, dikenli otları tutarak, testere haline gelmiş kırılan tırnaklarlayamacı aşıp, asfalt yola ulaşıyoruz.

Biraz önce bir hayvan gibi dört ayak üzerinde cıktığım bir dik yamaca bir de pençe haline
gelmiş ellerime bakıyorum. Zorlu bir yürüyüş olduğunu düşünürken birden yağmur yağmaya başlıyor; beş dakika önce yağma ihtimalini düşünmek bile istemiyorum.Tamamladığımız ringyürüyüşünden bizi bekleyen otobüse doğru ilerliyoruz.

Bedenimizdeki kanayan, çizilen yerler deri kendi kendini onardığı için geçecek, günün
sonundaki asıl kazanım; zincirlerindeki bir halkanın da kopup beynin özgürleşmesi, doğanın iyileştirici gücünün ruhu arındırıp hafifletmesi…

 

Songül YILDIZ

Çizim: Cihangir YILDIZ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi girin.
You need to agree with the terms to proceed

Menü