Yürüyorum, ruhumda toksik ağırlığı hissettiğim zamanlarda yaptığım gibi…Bir kamyonun
kasasındaki kumu boşalttığındaki hafifliğine erişmek için…Hatta kendimle kesişmek
için…İlerliyorum, yol alıyorum da, yoksa; kader yaşayacaklarımı benden önce mi adımlıyor?
Ellibeş kişiyiz sayıca…Psikolojik kazanım için kendimizi kilometrelerce ileriye taşıdığımız
hamal küfesi gibiyiz günün sonunda yükleri boşalan…Küfede ne mi var?…Bile isteye-istemsiz
doldurduğumuz her ne var ise…Ormanın yürüyüş ve keşif rotalarında karşımıza çıkan
manzaralar ayrı bir ders okuyana…

İnsan ilişkilerine de atıfta bulunmuyor değil
gördüklerimiz…Sarmaşıklardan kurtulmayı bekleyen ağaç, özellikle tek gövdede iki, çift
gövdede köklenmiş tek ağaç örneği ki bu tabiat olayına fotomontaj derdik gözlerimizle tanık
olmasak…Rutin doğa olayları bile ormanın var olan yollarını kapatıyorken, üstüne bir de keşif
yürüyüşü ise örümcek ağı gibi her yanı kaplayan dikenli çalılar, adım basamak yüksekliğinin
belli olmadığı tuzağımsı orman bitki örtüsü, mücadelede her an tetikte olmayı gerektiriyor,
firesiz bir bitiş için…

Birbirini takip eden grup, yürüyüş yolunun toprak, rampa, patika olmasına bağlı olarak,
bazen dağınık, bazen tek sıra halinde…Tekrarlarla kas hafızası oluşturmuş, pek çok engeli
aşan grup çoğunluğuna orman komandosu diyorum kendimce…Beni de mi dahil ediyorum
bu karikatürize edilmiş hayali güç gösterisine…
Ok gibi yaylanarak gelen dallar ve dikenli çalıların topyekun hücum şeklindeki saldırılarına
karşı gardımızı alıp, güneş gözlüğü ve şapkalarla siper ediyoruz yüzümüzü…Biz cephesinde
bunlar yaşanırken kendi habitat doğal ortamlarındaki bu olağandışılıktan dolayı can havliyle
sağa sola kaçışan ayak altındaki küçük canlıların hareketleri diğer cephe…Savaş ilan
edilmeyen barışçıl bir yürüyüşte…

Patika yolda spontane yan yanayız, tanışılmamış ama beynin çekmecelerine kodlanıp
kaldırılmış çoğunluktan…Ama o kadar çoklar ki…Bu yüzden tanıdık…Geçmişten…Şimdiki
dekor av ve avcı arenası…Etrafında volta gezip, olta atanlardan…Gözleri iki çukur
karanlığı…Zamanında bu çukura kendimi bilerek attığım ama derinliğini tahmin edemediğim
karanlık…Çapkın…Herkesin nabzını yoklayanlardan…Nabız var, ama sana karşı atmıyor bi
anlasan…Temiz diye daldığım suyun bulanıklığını görünce yüzmemeye karar verdiklerimden…
Ormanın bol oksijenli havası kirlendi mi ne? Eee hayata karşı idmanlıyım, tek hamlade
uzaklaşıyorum. Önünde tökezleyerek durduğum şu ağaç; ayağım olsa yürüsem, dilim olsa
konuşsam der gibi boynu bükük…Ağaçlardaki bu köklülük terk edememe hali, insanla
kıyaslama isteği getirir içime…Terk edilemeyen her kötü atmosfer kişinin hapishanesidir diye
düşünmüşümdür çoğunlukla…


Yürüyorum…Yelkenler fora, rotam kendime doğru…Atmosferi içime çekiyorum…
Dinliyorum… Sessizliğin sesinde bile envai renkte ses cümbüşü varken, buraların sakinlik ve
ıssızlık için tercih edilmesi şehir efsanesi…Kulakları anten gibi açıp ses frekansları arıyorum.
Grubu hizalayan artçı liderin düdük sesi, kurumuş çam ağacı yapraklarının çıtırtıları…orman
canlılarının hareketleri …Kakofoni…Ve tekrar artçının düdük sesi…Bu sefer benim için mi
çalıyor ne?…Tren vagonları gibi uzayıp giden grup, şimdi görünmez olmak üzere…

Son vagona atlamak için yürüyorum…Yok yok koşuyorum…Yol uzun!…

 

Songül YILDIZ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi girin.
You need to agree with the terms to proceed

Menü